• +90 532 515 69 99
  • info@endometriozisdernegi.org
Youtube Instagram Facebook Twitter Linkedin
  • Türkçe
  • English
Üyeler İçin
Hastalar İçin

Türkçe

a:3:{s:6:"locale";s:5:"tr_TR";s:3:"rtl";i:0;s:9:"flag_code";s:2:"tr";}
Klinik Haberler
İntestinal Derin İnfiltran Endometriozisi Teşhis Etmede MR En İyi Seçenek

Özellikleri:

Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR), iki boyutlu ultrasonografiye (2D US) kıyasla intestinal derin infiltran endometriozisi saptamak için daha iyi bir yöntem gibi gözükmektedir.

Önemi:

Bu bulgu, derin infiltran endometriozisten şüphelenildiğinde klinisyenlere hangi tanı yöntemini kullanmalarına karar vermesine yardımcı olabilir.

Anahtar sonuçlar:

66 hastanın 56’sı (% 84.8) 2D US kullanarak intestinal derin infiltran endometriozis tanısı aldı. Bu sayı, 3D US’lu 66 hastadan 59’u (%89.4) ve MR’lu 66 hastadan 61’idir (%92.4).

Diğer anatomik bölgelerde derin infiltran endometriozisin saptanmasında tanısal yöntemler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu.

Anteriorda toplam 12 kadında derin infiltran endometriozis vardı. 3D US bunları üçünde doğru olarak tanımlarken 3D US beş kadın ve MR altı kadını tanımladı; bu da istatistiksel olarak anlamlı değildi.

Araştırmanın kısıtlılıkları:

Bu, sonuçların genelleştirilmesi mümkün olmayan tek merkezli bir çalışmadır.

Kadınlar farklı cerrahlar tarafından ameliyat edilmiştir, bu da ön yargıya neden olabilir.

Ameliyat cerrahi bulguları ile karşılaştırıldığında görüntüleme sonuçları, burada gerçekte patoloji doğru karşılaştırma için altın standarttır.

Özet

Manyetik rezonans görüntüleme (MR), iki boyutlu ultrasonografiye (2D US) kıyasla barsakta derin infiltran endometriozisi tanımlamada daha iyi bir yöntem gibi görünmektedir. Bununla birlikte, diğer anatomik bölgelerde derin infiltran endometriozis için bu durum aynı gözükmemektedir.

“Journal of Ultrasound in Medicine” dergisinde yayınlanan çalışmanın yazarları, “Sonuçlarımız, derin infiltran endometriozisin yeri için 2D US ile MR arasında istatistiksel olarak önemli bir fark olduğunu öne sürüyor” dedi.

Bu bulgu, klinisyenlere hangi yöntemi endometriozis teşhisi için kullanacağına karar vermelerinde yardımcı olur ve etkilenen tüm alanların tanımlanmasını sağlayabilir.

Doğru 2D ve 3D ultrasonun MR ile kıyaslanabilirliğini saptamak için İtalya’daki Azienda Ospedaliero Universitaria di Cagliari’de Dr. Luca Saba liderliğindeki ekip, 159 endometriozis şüphesinden dolayı ameliyat olan kadın üzerinde prospektif (ileriye dönük) bir çalışma yürüttü. Kadınların hiçbiri ameliyat sırasında menopozal dönemde değildi.

Tüm kadınlarda üç tanı yöntemi de uyguladı ve doktorlar üç farklı alanda endometriozis varlığına baktılar.

Sonuçlar, 2D US’un 66 hastanın 56’sında (% 84.8) intestinal derin infiltran endometriozisi tanımlayabileceğini, 3D US’nin ise 59 hastada (% 89.4) ve MR’ın 61 hastada (% 92.4) bulabileceğini gösterdi. Araştırmacılar, endometriozisi tanımlama becerisi açısından 2D US ve MR arasında istatistiksel olarak önemli bir fark olduğunu hesapladılar.

Araştırmacılar aynı zamanda diğer alanlarda da üç yöntemi de kullanarak derin infiltran endometriozisi tespit ettiler ancak bu sefer kullanılan farklı teknikler arasında anlamlı bir farklılık bulunmadığını ve üç yöntemin hepsini kullanarak mükemmel sonuçlar elde edildiğini buldular.

Kaynak Site: http://www.endonews.com
Çeviren: Dr. Işıl AYHAN

Klinik Haberler
Endometriozisin İnvazif Olmayan Tanısı: Güncel Periferik Kan ve Endometrial Biyobelirteçlerin Derlemesi

Özet:

İnvazif (girişimsel) olmayan biyobelirteç tabanlı bir test, endometriozis için tanı gecikmesinin kısalmasına yardımcı olabilir.
En çok incelenen biyobelirteç kaynakları periferik kan ve endometriumdur (rahim içini döşeyen tabaka). Endometriozis biyobelirteçlerinin keşfi çoğu zaman hipoteze dayalıdır, yani hastalık patogenezindeki rollerine göre bir veya birkaç biyobelirteç araştırıldığında keşfedilir. Alternatif olarak, “omics” teknolojileri kullanılarak bir hipotez oluşturma yaklaşımı izlenmiştir. Endometriozis için çeşitli biyobelirteçler araştırılmış, ancak klinik kullanım için herhangi bir biyobelirteç onaylanmamıştır. Endometriozis biyobelirteç alanında birçok zorluk vardır. Gelecekte, toplama ve raporlama yöntemleri, yüksek oranda güçlendirilmiş çalışmalar için büyük ölçekli uluslararası işbirliğine olanak sağlamalıdır.

Endometriotik lezyonların histolojik doğrulamayla laparoskopik (kapalı operasyon ile) görüntülenmesi endometriozis tanısı için altın standarttır. Ancak, bu tanı prosedürü, laparoskopiye ve hastalık/ semptomların değişkenliğine bağlı olarak, semptomların başlangıcından itibaren 8-10 yıla kadar büyük bir gecikmeye sahip olabilir.

Transvajinal ultrason gibi başka bir yöntem de derin nodüller ve overyan endometriotik kistlerin tanımlanması için yararlıdır, fakat klinisyene bağlıdır ve yüzeyel peritoneal lezyonların saptanması için sınırlı doğruluktadır. Bu nedenle, yüksek oranda doğruluğu olan invazif olmayan bir biyobelirteç, endometriozis tanısında çekici bir alandır.

Gelişim ve Rejenerasyon Organ Sistemleri Bölümünden (Leuven, Belçika) D’Hooghe  ve arkadaşları yakın zamanda endometriozis tanısı için yeni biyobelirteçler ve bu belirteçlerin klinik pratiğe getirilmesindeki zorluklar hakkında bir genel bakış açısı sağlamak için  “Best Practice & Research Clinical Obstetrics and Gynaecology” adlı dergide bir derleme makalesi yayınladı.

Periferik kan analizi, minimal invazif bir prosedürle elde edilebildiği için yararlı bir biyobelirteç kaynağıydı.
Çalışılan periferik kandaki bazı biyobelirteçler arasında sitokinler ve inflamatuar, oksidatif stres, immün/otoimmün ve ağrı ile ilgili belirteçler bulunmaktadır.

Daha önce çalışılan sitokinler ve inflamatuar proteinler, (i) peritoneal inflamasyonun bir göstergesi olan CA-125 idi, ancak diğer jinekolojik hastalıklarda yükseldiği için daha düşük özgüllüğe sahipti; (ii) bir pro-enflamatuar sitokin olan IL-6 endometriozis serumunda düşük düzeyde tespit edildiği için sorun olmuştu; (iii) inhibitör sitokin olan IL-35, infertilite (kısırlık) veya benign yumurtalık tümörleri ile karşılaştırıldığında endometrioma (çikolata kisti) hastalarında daha yüksek elde edildi; (iv) YKL-40, enflamatuar protein, infertil olanlara  göre endometriozisli kadınlarda anlamlı olarak daha yüksektir; (v) dolaşımdaki hücre kaynaklı mikropartiküller evre 3-4 derin infiltratif endometrioziste yüksekti; (vi) tümör nekroz faktörü reseptörü I (sTNFR-I) ve sTNFR-II, tüm evre endometriozisli kadınlarda belirgin olarak anlamlı daha yüksek idi.

Stres belirteçleri, toplam ve aktif miyeloperoksidaz seviyeleri (MPO) olup endometriozisli ve benign jinekolojik rahatsızlıkları olanlara kıyaslandığında anlamlı olarak farklı olup süperoksit dismutaz (SOD) ve glutatyon peroksidaz (GPx)’ın tanı değerinin belirsiz olduğu görüldü.

Bir immünomodülatör protein olan Galectin-9 dahil şimdiye kadar incelenen immün belirteçler, sınırlı diagnostik doğruluk göstermiştir.. Otoantikorlar gibi diğer otoimmün belirteçler, 6 otoantikordan oluşan bir panel (anti-tropomodulin (TMOD) 3b, anti-TMOD3c, anti-TMOD3d, anti-tropomyosin (TPM) 3a, anti-TPM3c ve anti-TPM3d) kullanılarak umut verici sonuçlar verdi; fakat daha fazla ileri araştırma gereklidir.

Ağrı ile ilişkili marker (plazma beyin kaynaklı nörotrofik faktör), endometrioma ve iyi huylu jinekolojik rahatsızlıkları olan kadınlar arasında ayrım yapabildi ancak peritoneal endometriozis veya derin infiltratif endometriozisi tespit edemedi. Dolaşımdaki endometrial hücreler gibi diğer kaynaklar, endometriozisin periferik kanında daha yüksek oranda bulundu, ancak şu anda, bu hücreler için güvenilir bir kantifikasyon yöntemi mevcut değildi.

Biyobelirteç keşfine hipotez-güdümlü olmayan yaklaşım genellikle proteomik, dizileme ve mRNA mikrodizi dahil olmak üzere “omics” yöntemlerini içerir. Bu yaklaşım, seçicilik ve özgüllüğü artırmak için panel biyobelirteç keşfinin ek faydasını taşıyabilse de, hasta seçimine, metodolojiye ve analize özel kriterler konusunda yüksek karmaşıklığa bağlı olarak sıklıkla doğrulama zorluklarından muzdariptirler.

Özetle, endometriozis teşhisi için bir biyobelirteç sistemi paneli gereklidir. Bağımsız bir kohortta kapsamlı biyobelirteç validasyonu, klinik olarak yararlı, invazif olmayan bir test geliştirmek için çok önemlidir.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Seher SARI

Klinik Haberler
Endometriozis Zemininde Gelişen Over Kanserlerinde Hedefe Yönelik Tedavi Biyobelirteçlerinin Yeri

Endometriozis zemininde gelişen over kanserlerinde hedefe yönelik biyobelirteçlerin kullanım potansiyeli

Anahtar Noktalar

Önemi

Endometriozis zemininde gelişen over kanserleri hedefe yönelik tedavi biyobelirteçlerini eksprese etmektedirler. Elde edilen bu sonuca dayanarak tedavide hedefe yönelik terapiler kullanılabilmektedir.

Giriş

Ovarian endometriozisin endometrioid ve berrak hücreli over kanseri tipleri için prekürsör (öncül) olduğu bilinmektedir. Bu durum endometriozis ile ilişkili over kanserleri olarak isimlendirilmektedir.

Endometriozis hastaları genel popülasyona göre bu kanserler için 2 kat artmış riske sahiptirler.

ARID1A, hücrelerin kansere dönüşümünü engelleyen bir proteindir. ARID1A proteininin kodlandığı gen bölgesinde gerçekleşecek bir mutasyon protein üretimini engellemekte ve mutasyon olmayan normal hücrelerden farklı olarak immunohistokimyasal olarak protein hücrede tespit edilememektedir. Endometriozis ve ilişkili over kanserlerinin her ikisinde de ARID1A ekspresyon kaybı bulunmaktadır.

VEGF (vasküler endothelial büyüme faktörü, anti-anjiyogenik terapiler için bir marker), PD-L1 (programlanmış hücre ölümü reseptörü 1, immunoterapi için kullanılan bir marker) ve PARP-1 (poli (ADP-riboz) polimeraz, PARP’ı inhibe eden ilaçlar için bir marker) hedefe yönelik tedavilerde kullanılan biyobelirteçlerdir.

Ne Yapıldı

Yapılmış olan bu geriye dönük tek merkezli kohort çalışması ile, endometriozis ile ilişkili over kanserlerinde ARID1A ve hedefe yönelik tedavi biyobelirteçlerinin ekspresyonlarını değerlendirmek amaçlanmıştır.

21 yıllık period süresince saptanan toplam 50 (%18.3) berrak hücreli ve endometrioid tip over kanseri çalışmaya alındı, 46 tümör ve eşlik eden 24 endometriozis odağı değerlendirildi.

Karsinom ve endometriozis odaklarındaki immunohistokimyasal ekspresyon düzeyleri, klinikopatolojik özellikler ve yaşam süreleri açısından karşılaştırıldı.

Anahtar Sonuçlar

Endometriozis ile ilişkili karsinomlar erken evrede saptandı (p=0.008).

ARID 1A ekspresyon kaybı hem endometriozis (%60) hemde karsinomlarda (%40) gözlendi.  

Hedefe yönelik tedavi biyobelirteçleri hem endometriozis hem de endometriozis ile ilişkili over kanserlerinde eksprese edilmekteydi.

VEGF ekspresyonu kanser dokularında, endometriozis dokularına göre daha yüksek saptandı (p=0.0002). PD-L1 ve PARP-1 ekspresyonlarında anlamlı farklılık saptanmadı.

PARP-1’in yüksek ekspresyonu, hastalıksız sağ kalım (p=0.03) ve total sağ kalımla (p=0.01) korele saptandı. Diğer markerlerin klinikopatolojik özellikler ile ilişkisi saptanmadı.

ÖZET

Overyan endometriozisin endometrioid ve berrak hücreli karsinomlar için prekürsör olduğu bilinmeketedir. Bu kanserler klasik tedavilere rezistan olabilirler. Araştırmacılar alternatif ve hedefe yönelik tedavi opsiyonlarını araştırmaktadırlar.

Campinas Üniversitesinde (Campinas, São Paulo, Brazilya) gerçekleştirilen bu çalışma yakında “Human Patoloji” isimli dergide yayınlanacaktır.

Yapılan bu çalışmada Barreta ve ark. tarfından ARID 1A ve hedefe yönelik biyobelirteç ekspresyonları araştırıldı.

ARID 1A, hücreleri kanserleşmeye karşı koruyan bir proteindir. ARID1A proteininin kodlandığı gen bölgesinde gerçekleşecek bir mutasyon ile protein üretilememekte ve immunohistokimyasal olarak hücrede tespit edilememektedir. Hem endometriozis, hemde endometriozis ile ilişkili over kanserlerinde ARID 1A ekspresyon kaybı olmaktadır.

VEGF (vasküler endothelial büyüme faktörü) bu çalışmada anti-anjiogenik tedavileri değerlendirmek için bir belirteç olarak kullanıldı. Yazarlar, VEGF ekspresyon düzeylerinin karsinomlarda, endometriozise oranla daha artmış olduğunu saptadılar.

PD-L1, programlanmış hücre ölümü reseptörü 1, immunoterapiyi değerlendirmek için kullanılan ve PARP (poli (ADP-riboz) polimeraz) PARP’ı inhibe eden ilaçlar için kullanılan bir markerdır. Endometriozis ve endometriozis ile ilişkili over kanserlerinde, PD-L1 ve PARP-1 ekspresyonlarında anlamlı farklılık saptanmadı. Hayatta kalım analizleri tümörlerdeki artmış PARP-1 ekspresyonunun erken rekürrens ve kötü hayatta kalım ile ilişkili olduğunu ortaya koydu.

Saptanan bu bulgular temelinde, yazarlar endometriozis ile ilişkili over kanserlerinin hedefe yönelik biyobelirteçlerini eksprese ettikleri sonucuna vardılar ve elde edilen bu sonuçlara dayanarak tedavide, hedefe yönelik terapilerin kullanılabilineceğini eklediler.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Çağdaş ŞAHİN

Klinik Haberler
Büyüme Hormonunu Baskılayıcı Hormon: Endometrioziste Somatostatin ve Reseptörleri

Endometrioziste somatostatin ve reseptörleri ile ilgili klinik uygulamaları etkileyecek anlamlı bulgular

ÖZET

Hunan Çin’den Dr. Zhang’ın önderliğinde Yanhua Zhao ve arkadaşları Araştırma ve Terapötik Tıp’ta yaptıkları araştırmanın sonucunu açıklamışlar.

Somatostatin sindirim sistemi ve de sinir sisteminde bulunan bir polipeptittir. Bazı biyolojik etkileri mevcuttur. Fakat yarı ömrü kısa olduğu için klinik kullanımı kısıtlıdır. Somatostatin analoğu (SSTA) daha uzun yarı ömrü olduğu için, etki süresi daha uzun olduğu için ve de uygulaması kolay olduğu için daha avantajlıdır.

Önceki çalışmalara göre somatostatin somatostatin reseptörlerine bağlanarak (reseptör 1-5) tümör hücrelerinin çoğalmasını engellemektedir. Somatostatin reseptörleri birçok tümörde bulunmaktadır. Endometriyal ve overyan kanserlerde de izlenmiştir.

Endometrioziste somatostatin ve reseptörlerinin araştırıldığı az çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma endometrioziste somatostatin ve reseptörlerinin varlığını tespit edip hastalığın evresiyle reseptör seviyelerinin karşılaştırılması için planlanmıştır.

Bütün somatostatin reseptörlerinin ekspresyon oranları endometriozisli hastaların ektopik ve ötopik endometriumlarında normal hastalara göre artmış olarak izlenmiştir. Bütün reseptör subtiplerinin ekspresyon oranları hastalığın klinik evresiyle doğru orantılı olarak izlenmiştir.

Bazı çalışmalarda pankreas, gastrik, kolorektal ve overyan kanserler gibi bazı kanser türlerinde somatostatin reseptör seviyelerinin az veya hiç olmadığı belirtilmiştir. Bu hastalarda SSTR gen transferiyle somatostatinin etkisinin arttırılabileceği ve de hücre çoğalımının engellenebileceği düşünülmektedir.

Bu çalışmada SS ve reseptörlerinin endometriozis hastalarında farklı ekspresyonu anlatılmış olup bu konudaki bilgiyi derinleştirmektedir. Bu yeni bilgiler doğrultusunda gelecekte endometriozis tanı ve tedavisinde gen transferi yöntemine başvurulabilir.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Fitnat TOPBAŞ

Klinik Haberler
Endometrioziste Bitkisel Tıbbi Tedaviler İçin Varsayılan Moleküler Mekanizmalar

Endometriozis tedavisi için potansiyel bitkisel ilaçlar: Klinik çalışmalarda yeni ufuklar

ÖZET

Endometriozisin tedavisi için kullanılan farmasötik ajanların yan etkileri vardır ve tamamen etkili değildir. Bununla ilgili olarak, Bina ve Tahran Tıp Bilimleri Üniversitesi’nden ortaklar, bitkisel ilaçlarla ilgili literatürü kapsamlı bir şekilde gözden geçirmiştir.

Endometriozis tedavisi için kullanılan bitkisel tıbbi ürünler ve bunların olası etki mekanizmaları, PubMed, Scopus, Cochrane kütüphanesi ve Google Scholar da dahil olmak üzere farklı elektronik veritabanları tarandıktan sonra özetlenmiştir. 1980’den 2018’e kadar toplanan verilerde, endometrioziste bitkisel ilaçların etkisini araştıran çalışmaların in vitro ve hayvansal olduğu ve sadece üç klinik çalışma bulunduğu görülmüştür; bir tanesi Pinus pinaster kabuğu ekstresi (Pycnogenol) ve ikisi de Çin bitkisel formülleri üzerinedir.

Bitkiden elde edilen tıbbi bileşikler uzun zamandır kullanılmaktadır. Endometriozis tedavisi için bitkisel ilaçların farmakolojik hedefleri; hücre proliferasyonu ve apoptoz, inflamasyon, oksidatif stres, invazyon ve bağlanma üzerinedir.

Çeşitli moleküler etki mekanizmalarla, anti-enflamatuar etki de dahil bitkisel ilaçların ve fitokimyasalların yararlı etkileri oluşmaktadır (interlökin-1, interlökin-6, interlökin-8 gibi proinflamatuar sitokinlerin azaltılması, büyüme faktörü-beta, tümör nekroz faktörü-alfa, nükleer faktör-kappa B, büyüme faktörleri, monosit kemoatraktan protein-1), antioksidan (hidrojen peroksitin indirgenmesi, malondialdehit, reaktif oksijen türleri ve süperoksit dismutazın yeniden düzenlenmesi yoluyla), antiproliferatif ve apoptotik (Bcl-2-ilişkili X proteininin arttırılması ile) / B-hücreli lenfoma-2 ve kaspaz3, 8 ve 9 aktivitesi), anti-anjiyojenik (vasküler endotel büyüme faktörü reseptörlerinin / vasküler endotel büyüme faktörü down regülasyonu ile), hücre içi yapışma molekülü-1, (vasküler hücre ekspresyonunun azalmasıyla), anti-invaziv yapışma molekülü-1 ve matris.

Endometriozis için bitkisel ilaçların etkinliği üzerine yapılan çalışmaların çoğu hücresel ve deneysel seviyelerdedir ve daha kesin sonuçlar için iyi tasarlanmış klinik çalışmalar şiddetle tavsiye olunur.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Tuğba Buket ÇALIŞKAN

Klinik Haberler
Endometrioziste Dolaşımdaki mikroRNA’ların Rolü

Endometrioziste dolaşımdaki artmış miR-370-3p, steroidojenik Faktör 1’i düzenler.

Anahtar noktalar

Vurgu:

  • miR-370-3p, SF-1 i düzenleyerek endometriotik hücrelerin proliferasyonunu (çoğalmasını) baskılar.

Önemi:

  • SF-1’i düzenlemek için miR-370-3p’in kullanımı endometrioziste yeni bir tedavi stratejisi sağlayabilir.

Genel bilgiler

  • SF-1, östrojen biyosentezinde yer alan birçok geni koordineli olarak düzenleyen (esansiyel) temel bir transkripsiyonel düzenleyicidir.
  • SF-1 aynı zamanda endometriozis patogenezinde çok önemli bir rol oynar ancak altta yatan mekanizma tam olarak anlaşılamamıştır.
  • Son zamanlarda, miR-370’in çeşitli kanser hücrelerindeki genleri hedef alıp bir tümör süpresör (baskılayıcı) olarak fonksiyon gördüğü bildirilmiştir.
  • Burada, Yale Üniversitesinden Dr. Taylor’ın grubu miR-370 ile SF-1 in etkileşimi tanımlar ve miR-370 in SF-1 i düzenleyerek endometriotik hücrelerin büyümesini kontrol edip etmediğini belirler.

Anahtar noktalar:

  • Endometriozisli kadınlarda SF-1 ve miR-370-3p’in ekspresyonu (ifadesi) birbiriyle ters orantılıdır.
  • Primer endometriotik hücrelerde miR-370-3p, SF-1 ekspresyonunu (ifadesi) baskılar.
  • miR-370-3p ayrıca StAR ve CYP19A1 gibi SF-1 downstream genlerinin ekspresyonunu düzenler.
  • Endometrial stromal hücrelerde miR-370-3p hücre proliferasyonunu (çoğalmasını) engeller ve apoptozu (programlı hücre ölümü) indükler.
  • miR-370-3p, endometriotik hücrelerde, hücre proliferasyonu ve steroidogenic Factor 1 (SF-1) ‘in negatif regülatörü (düzenleyicisi) olarak işlev görür.

Özet

Endometriozis östrojen bağımlı bir hastalıktır. Bu hastalık üreme çağındaki kadınların yaklaşık %10’unu ve infertil kadınların %20-%50’sini etkilemektedir.

Steroidogenic factor 1 (SF-1), östrojen biyosentezinde yer alan birçok geni koordineli olarak düzenleyen (esansiyel) temel bir transkripsiyonel düzenleyicidir. SF-1’in endometriozis patogenezinde çok önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.  Ancak endometrioziste SF-1 ekspresyonunu düzenleyen mekanizmalar tam olarak anlaşılamamıştır.

MikroRNA’lar (miRNA’lar), hayvanlarda önemli düzenleyici roller oynayabilen küçük, tek sarmallı kodlamayan RNA’lardır. Son zamanlarda, miR-370’in çeşitli kanser hücrelerinde tümör süpresör (baskılayıcı) olarak fonksiyon gördüğü bildirilmiştir. Önceki çalışmalarda miR-370 in endometriozisli hastaların serumlarında azaldığı saptanmıştır. Ancak miR370in endometriozisteki fonksiyonu ve mekanizması açık değildir.

Bu çalışmada, Yale Üniversitesinden Dr. Hugh S. Taylor’ın grubu SF-1 ile miR-370 arasındaki etkileşimi tanımlamaktadır ve miR-370’in SF-1’i düzenleyerek endometrial hücrelerin büyümesini kontrol edip etmediğini belirlemektedir. Bu makale (American Journal of Physiology, Endocrinology, and Metabolism) Amerikan Fizyoloji, Endokrinoloji ve Metabolizma Dergisi’nde yayınlandı.

İlk olarak, bu grup endometriotik lezyonlarda anlamlı olarak artmış SF-1 ekspresyonunu doğruladı. miRNA mikrodizi ekspresyon profili analiz verilerinden, SF-1 ve miR-370-3p’nin endometrioziste ters orantılı olarak eksprese edildiğini saptadılar. Primer endometriotik hücrelerde, miR-370-3p, SF-1 ekspresyonunu ve StAR ve CYP19A1 gibi downstream genlerini baskılar. Apoptozis analizini yaparak, miR-370-3p ün aşırı ekspresyonu endometrial stromal hücrelerde anlamlı olarak hücre çoğalmasını inhibe eder ve apoptozu indükler.

Özetle, Dr. Taylor’ın grubu miR-370-3p‘ın endometriotik hücrelerde SF-1‘i düzenleyerek proliferasyonu baskılamada rol aldığını saptamışlardır. Yazarlar, SF-1 düzenlemek için miR-370-3p’nın kullanımının endometriozis için yeni bir tedavi stratejisi sağlayabileceğine inanmaktadırlar.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Işık SÖZEN

Klinik Haberler
Endometriozis Gelişiminde İmmünolojik Bozukluk

Endometriozis hastalarının periton mikro-ortamında neler oluyor?

ÖZET

Endometriozis her geçen gün daha fazla bir sağlık-sosyal problemi olmaktadır. Fakat, hala günümüzde tanı koydurucu biyobelirteçler ve de daha etken tedavi yöntemleri mevcut değildir.

Birçok araştırmacı çalışmalarını endometriozis hastalarında özellikle immünolojik mikro-ortam olmak üzere periton mikroortamına yoğunlaştırmışlardır. Yakın zamanda Jorgensen ve arkadaşları endometriozis hastalarında periton sitokin profillerini araştırmışlar ve mikro-ortamdaki uzun vadeli kronik enflamasyonun immümsüpresan hücrelerin birikmesine ve de endometriozisin ilerlemesinin hızlanmasına neden olduğu sonucuna varmışlardır.

Diğer taraftan bazı yayınlarda endometriozis patogenezisinde miRNA’ların sorumlu olduğu belirtilmiş. Fakat günümüze kadar miRNA’ların, kronik enflamasyonun, immün hücrelerdeki değişikliklerin ve endometriozisin arasındaki korelasyonun araştırıldığı bir çalışma yayınlanmamıştır.

Bu sebeple bu çalışmada Çin’den Dr. Jiang’ın grubu immünolojik değişiklikler, miRNA’lar ve kronik enflamasyon arasındaki ilişkiyi inceleyip bu faktörlerin endometriozisin nedeninde ve de ilerlemesindeki rollerini araştırmışlardır. Sonuçları SAGE Dergisi “Reproductive Sciences” isimli dergide yayınlamışlardır.

Miyeloidden kaynaklanan süpresor hücreler (myeloid-derived suppresor cells MDSCs) ve düzenleyici T hücreler (regulatory T cell Tregs) immünsüpresif mikroortamlarda önemli rol oynamaktadırlar. İleri evre endometriozis hastaları kontrol grubu ile karşılaştırıldıklarında hasta grubundan alınan periton sıvısında monositik-MDSC’lerin ve Tregs’lerin izlenme sıklığında artış görülmüştür. Bu verilerle uyumlu olarak ileri evre hastalarda MDSC’lerin immünsüpresif fonksiyonlarında ve de sitokin seviyelerinde anlamlı artış izlenmiştir. miRNA’lar değerlendirildiğinde ileri evre endometriozis hastalarındaki miRNA ekspresyonu ile kontrol grubu arasında farklılıklar izlenmiştir. İleri evre endometriozis hastalarında miR-451a, miR-486-5p ve miR-130-5p gibi bazı miRNA’ların daha fazla ekspresyonu olduğu belirtilmiştir.

Sonuç olarak Dr. Jiang’ın grubu immünsüpresif durum, kronik enflamasyon, miRNA’lar ve de endometriozis hastalığının ilerlemesi arasında komplike bir ilişki tespit etmiştir. Fakat endometrioziste Mo-MDSC’ler, sitokinler ve miRNA’lar arasındaki ilişkinin altta yatan moleküler mekanizmasının anlaşılması için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Fitnat TOPBAŞ

Klinik Haberler
Endometrioziste Genetik Yatkınlık

Aday genler tam olarak tanımlanmamış olsa da, genetik faktörler endometriozisin etyopatogenezinde rol oynar.

Anahtar Noktalar

  • Her ne kadar endometriozisin altında yatan mekanizma açıkça anlaşılmasa da, genetik ve immünolojik faktörler de dahil olmak üzere çok faktörlü etkileşimlerin ortaya çıkması yaygın olarak kabul edilmektedir.

Önemi

  • Endometriozisin patogenezinde rol oynayan genetik nedenlerin son teknolojik gelişmelerle anlaşılması, hastalığın erken tanı ve tedavisine olanak sağlayacaktır.

Ne yapıldı?

  • Bu derleme endometriozisin altında yatan genetik nedenleri araştıran çalışmaları özetlemektedir.
  • 1980 ve 2018 yılları arasında yayınlanan inceleme, gözlem, kohort ve vaka kontrol çalışmaları dahil olmak üzere yayınlanmış tüm literatürler, MEDLINE veri tabanının çevrimiçi olarak aranması ve ilgili yayınların manuel olarak araştırılmasıyla değerlendirildi.

Anahtar Sonuçlar:

  • Endometrioziste genetik yatkınlığa dair ilk çalışma 1980 yılında Simpson ve ark. tarafından gerçekleştirilmiştir. 123 endometriozisli kadın değerlendirildiğinde birinci derece akrabaların kontrol grubuna göre %6.9’unun daha fazla etkilendiği bulundu.
  • Hadfield, ikiz çalışmalarında ikizlerde endometriozisin aynı şiddet ile teşhis edildiğini gösterdi. Treolar ve ark. monozigotik ve dizotik ikizler arasındaki uyum oranının 2:1 ve kız kardeşlerin endometriozis için genetik risk oranının 2.34 olduğunu göstermiştir.
  • Endometriozis etiyopatogenezinde rol oynayan aday genler, steroidogenez, cinsiyet hormonu reseptör aktivitesi, inflamasyon bağışıklık tepkisi, doku yeniden şekillenmesi, yeni damar yapımı, metabolizma düzenlenmesi ve DNA replasmanının moleküler değişimleriyle ilgilidir.
  • Östrojen ve progesteron reseptör-ligand sinyalindeki polimorfizm bozulması ve progesterone karşı doku hassasiyetinin değişmesinin hormonal dengeyi bozduğu ve östrojenik aktiviteyi arttırdığı gösterilmiştir.
  • Dönüştürücü büyüme faktörü beta 1’i (TGFβ1) ve tümör nekroz faktörü alfa’yı da (TNFa) içeren sitokin polimorfizmleri, endometriozis patogenezinde enflamatuar cevap değişikliklerinin mevcut olduğunu gösterdi.
  • Semino ve diğerleri ektopik endometriyotik hücrelerin, daha fazla sınıf I majör histo-uyumluluk kompleksi (MHC) moleküllerini (HLA sistemi) eksprese ettiğini ve böylece doğal katil (NK) hücre aracılı ölümü önleyerek endometrioziste daha uzun sağkalımla sonuçlandığını gösterdi.
  • Yeni damar oluşumu ve doku yeniden modellenmesi açısından, diğer patogenetik mekanizmalar; Vasküler endotel büyüme faktörü (VEGF) ve endotel büyüme faktörü reseptörü (EGFR) yeni damar oluşumunu düzenleme, doku yeniden modellenmesi ve hücre proliferasyonunda rol oynar.
  • Endometriozis gelişimi ile oksidatif stres arasındaki ilişki DNA onarımındaki genetik polimorfizm ile açıklanmıştır.
  • Öte yandan başlangıç patojenik hipotezi olmadan belirli bir gen veya bölgeyi önceden seçmeden, aile bağı analizi, genom çapında ilişkilendirme çalışmaları (GWAS) ve yeni nesil sekanaslama çalışmalarını (NGS) içeren “hipotezsiz” yaklaşım bulunmaktadır.
  • Belirli bir hastalığın ailesel toplanmasına yol açan nadir değişken genleri tespit etmeyi amaçlayan aile bağlantı çalışmaları, 10q26 ve 20p1330 kromozom bölgeleri ile güçlü bir bağlantı göstermiştir.
  • GWAS’lar, hastalık riski ile ilişkili genel popülasyonda ortak genetik varyantları tanımlar. Uluslararası Endogene Konsorsiyumu (IEC) düzenlene ilk (2010) ve ikinci GWAS (2011) özellikle SNP’lerle özellikle evre III-IV endometriozis arasında önemli bir ilişki tanımlanmıştır.
  • Bununla birlikte, endometriozis ile ilişkili spesifik genler henüz GWAS kullanılarak tanımlanmamıştır.

ÖZET

Endometriozis, özellikle üreme çağındaki kadınlarda karşılaşılan östrojen bağımlı bir jinekolojik hastalıktır. Endometriozis malign bir hastalık olmamasına rağmen, ektopik endometrial dokunun kendi etrafında oluşturduğu inflamasyon nedeniyle semptomları hafif ila şiddetli arasında değişir.

Kesin etiyopatogenetik mekanizma anlaşılmasa da birkaç mekanizma, genetik yatkınlığın varlığını desteklemektedir. Angioni liderliğindeki İtalya ve Yunanistan’dan bir grup bilim adamı, yakın zamanda “Gynecologic Endocrinology” adlı dergide “Endometriozis genetiği: kapsamlı bir derleme” başlıklı bir inceleme yayınladı. Yazarlar, 1980’den 2018’e kadar yayınlanan tüm inceleme, gözlem, kohort ve vaka kontrol çalışmalarını değerlendirerek endometriozis ve genetik arasındaki ilişkiyi gözden geçirmeyi amaçlamıştır.

Çalışmalar arasında bazı tutarsız ve çelişkili sonuçlar olsa da son teknolojik gelişmelere bağlı olarak, endometriozis ile genetik ilişki daha iyi anlaşılmış olabilir. Bazı aday genlerin endometriozisin etyopatogenezinde rol oynadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte, endometrioziste spesifik bir genetik risk belirlemek henüz mümkün değildir. Endometriozisin genetik yatkınlığını destekleyen ilk çalışma, 1980 yılında histolojik olarak doğrulanmış endometriozisli 123 kadını değerlendiren ve birinci derece akrabaların %6,9’unun kontrol grubuna göre daha fazla etkilendiğini tespit eden Simpson tarafından yayınlanmıştır.

İkiz çalışmalar, ikizlerde endometriozisin aynı şiddette gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Genetik analizler, endometriozis etiyopatogenezinin, steroidogenezin, cinsiyet hormonu reseptör aktivitesinin, enflamasyonun, immün tepkinin, doku yeniden modellenmesinin, yeni damar oluşumunun metabolizma düzenlemesinin ve DNA onarımının moleküler değişiklikleriyle ilgili olduğunu gösterdi. Progesterona karşı değişmiş doku hassasiyetine sebep olan östrojen ve progesteron reseptör-ligand sinyallerindeki bozulmanın sebebi, östrojenik aktiviteyi artırmak için oluşan hormonal denge değişikliğidir.

Dönüştürücü büyüme faktörü beta 1’i (TGFβ1) ve tümör nekroz faktörü alfa’yı da (TNFa) içeren sitokin polimorfizmleri gibi inflamatuar cevap değişiklikleri endometriozis patogenezinde yer almaktadır. Ektopik endometriyotik hücrelerin, daha fazla sınıf I majör histo-uyumluluk kompleksi (MHC) moleküllerini (HLA sistemi) eksprese etmesi endometrioziste sağ kalımı arttıran doğal katil hücre aracılı ölümlerini engellemektedir. Araştırmacılar “Genetikteki hızlı teknolojik gelişmeler, patogenezin moleküler mekanizmalarını kavramak adına endometriozisin gelişimini ve süreğenliğini anlamak ve bu oldukça zayıflatıcı hastalıkta yeni bir terapötik hedef için arama anahtarını belirlemek anlamında kapıları açabilir’’ diye ekledi.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Ali İhsan NERGİZ

Klinik Haberler
Endometriozis Hastalarının Düşük Vücut Kütle İndeksi ve Vücut Yağ Oranına Sahip Olmalarının Nedeni

Endometriozisli hastaların yağ hücreleri, azalmış nükleer RNA ekspresyonu ve düşük çoğalma kapasitesi gösterdi.

Anahtar Noktalar

Önemli Başlıklar

  • • Azalmış adiposit kök hücre düzeyi ve adiposit gen ekspresyonlarında miRNA aracılı değişiklikler, endometriozisli hastalardaki metabolik değişiklikler ve düşük vücut kütle indeksi (VKİ) düzeylerine katkıda bulunuyor olabilir.

Önemi

  • • Endometriozisli hastalardaki düşük BMI düzeyi ve metabolik değişiklikler, bu hastalardaki azalmış adiposit kök hüce düzeyi ile açıklanabilir.

Ne yapıldı

  • Çalışma için endometriozis hastalığı olan veya olmayan hastalardan cilt altı yağ dokusu örneği toplandı.

Anahtar Sonuçlar

  • Endometriozisli hastalarda, adiposit gen ekspresyon düzeyini etkileyen değişmiş dolaşımsal miRNA’lar bulundu ve bu durum hastalıktaki bozulmuş yağ metabolizmasının mekanizması olabilir.
  • Endometriozisli hastaların yağ hücrelerinin azalmış çoğalma kapasitesine sahip oldukları tespit edildi. Let-7b (miRNA) ile transfekte edilmiş yağ hücreleri de azalmış nükleer RNA ekspresyonu ve çoğalma gösterdi.
  • Endometriozisi olmayan hastalardan elde edilen adipositlerin büyük çoğunluğu in-vitro kültür ortamında çoğalmaya devam ederken, endometriozisli hastalardan elde edilen adipositler çoğalma gösteremedi.
  • Fare yağ dokusu FACS analizlerinde endometriozis olmayan gruptaki farelerin viseral (organlara ait) ve cilt altı yağ dokusunda anlamlı miktarda daha fazla adiposit kök hücresinin bulunduğu gösterildi.
  • Endometriozis modeli oluşturulmuş farelerde ise adiposit kök hücre miktarı azalmıştı.

Özet

Amerika Birleşik Devletleri, New Haven Şehri, Yale Üniversitesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Zolbin ve arkadaşları, endometriozisteki adiposit değişiklikleri üzerine gerçekleştirdikleri prospektif (ileriye dönük) kontrollü çalışmalarının sonuçlarını “Reproductive Biology and Endokrinology” isimli dergide yayınladılar.

Endometriozis, endometrial hücrelerin uterus dışında birikmesi ve çoğalma göstermesi ile karakterize ve kadınlarda infertilite (kısırlık) kadar pelvik (kasık) ağrıya neden olan jinekolojik bir hastalık olarak tanımlanabilir. Bu hastalık hakkında jinekolojik semptomlardan bağımsız bir bulguda cilt altı yağ atrofisi ve fibrozisi ile birlikte azalmış BMI ile karakterize lipid disfonksiyonudur. Yukarıda bahsedilen değişikliklerin patofizyolojisini açıklamak için şimdiye kadarki teorilerin yetersizliğine rağmen, kök hücre hareketliliğindeki değişim ilgi uyandırmaktadır.

MSC olarak adlandırılan mezenkimal stromal progenitor kök hücreler, olgun yağ hücrelerinin çevresinde bulunmaktadırlar ve miRNA’lar MSC’lerin adiposit hücrelere diferensiyasyonunun kontrolünde etkili olmaktadırlar. Endometriozis hastalarında bozulan yağ metabolizmasının nedenlerini araştırmak için, laparoskopi (kapalı operasyon) yapılan 20 endometriozis olan ve 20 endometriozis olmayan hastanın abdominal bölgesinden steril yağ örneği toplandı ve bu örneklerden hücre kültürü hazırlandı. Adipositler, leptin ve adipoq’un ana kaynağıdırlar, miRNA seviyelerini test etmede araştırıcılar çalışmak için Let-7b ve 343-3p ve onların mimiklerini seçtiler.

Araştırmanın ikinci basamağında endometriozisin kök hücre özelliklerini etkileyip etkilemediğini tespit etmek için 9 haftalık 6 dişi fareyi endometriozis oluşturmak için, benzer yaş grubunda 5 fareyi ise kontrol grubu olarak kullandılar. Yazarlar çalışma sonunda, bu hastalıkta yaygın olarak gözlenen metabolik değişiklikler ve düşük BMI’i açıklamada endometriozisli hastalarda anlamlı düzeyde adiposit değişikliklerinin varlığını tespit ettiklerini belirttiler.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Çağdaş ŞAHİN

Klinik Haberler
Melatonin Reseptörleri ve Endometrial Hücre Çoğalmasındaki Rolü

Ötopik endometrium ve endometriozis dokusu melatonin reseptörleri içerir.

Endometriozisi olan kadınlar, pelvik ağrı ve infetilite (kısırlık) gibi en yaygın semptomlar için tedavi talep ederler. Kapsamlı araştırmalara rağmen, kesin patofizyolojik mekanizması ve endometriozisin optimal yönetimi hala belirsizliğini korumaktadır. Endometriozis yönetimi ağrıyı gidermeyi, infertiliteyi iyileştirmeyi ve yaşam kalitesini artırmayı amaçlamalıdır.

            Mevcut tıbbi ve cerrahi tedavi seçenekleri, yan etkiler, maliyetler, tekrarlama riski ve gebe kalabilmenin üzerindeki etkiler gibi çeşitli sınırlamalara sahiptir. Endometriozis tedavisinde pineal bez tarafından üretilen bir hormon olan melatoninin faydası, hayvan deneylerinde gösterilmiştir.

Anahtar noktalar

Vurgu

  • İnsan ötopik endometriumunda, endometriomalarda (çikolata kistleri) ve peritoneal lezyonlarda melatonin reseptörlerinin varlığı ve endometrial epitel hücre çoğalmasında melatonin aktivitesinin kanıtı, melatoninin endometriozis tedavisinde iyi bir alternatif olabileceğini göstermektedir.

Önemi

  • Endometrial epitel hücre çoğalmasnda melatonin aktivitesinin gösterilmesi, melatoninin endometriozis yönetiminde umut olabileceğine işaret etmektedir.

Ne Yapıldı?

  • Tek merkezli bu temel bilim çalışması McMaster Üniversitesi Tıp Merkezi’nde yapıldı.
  • Endometriozis şüphesi, pelvik ağrı ve fertilite (doğurganlık) endişesi nedeniyle ameliyat geçiren 18 yaş üstü kadınlar dahil edildi.
  • Gebelik, malignite, enfeksiyon, sistemik otoimmün hastalık, adenomiyozis veya hormonal tedavi dışlanma nedenleriydi.
  • Adet döngüsü uzunluğu, son adet dönemi ve pelvik ağrı gibi demografik ve klinik özellikler kaydedildi.
  • Hepsi histopatolojik olarak doğrulanmış endometriozis, peritoneal endometriozis ve endometriozis olmayan kontrol grubu olarak üç kategori oluşturuldu.
  • Ötopic endometrium ve endometriotik lezyonlar immünohistokimya ile melatonin reseptörü durumu açısından değerlendirildi.

Ana Sonuçlar

  • Toplam 46 kadın [vaka grubunda 31 kadın (sadece endometrioma olan 20, sadece peritoneal endometriozis olan 11 hasta), kontrol grubunda 15 kadın] dahil edildi.
  • Gruplar arasında yaş ortalaması, kanama süresi, etnik köken, meslek ve sigara içme durumu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
  • Adet döngüsü boyunca epitel hücrelerinde melatonin reseptörlerinin ekspresyonu immünohistokimyasal boyama ile gösterilmiştir.
  • Melatonin reseptörleri 1A ve 1B mRNA, ağırlıklı olarak peritoneal endometriotik lezyonlarda eksprese edilirken; bu lezyonlar, endometriomalara ve ötopik endometriuma kıyasla önemli ölçüde azalmış MRIB protein ekspresyonunu eksprese etti.
  • 48 saatlik kültürden sonra, melatonin ve östradiol kombinasyonu, östradiol kaynaklı endometrial epitel hücre çoğalmasını önemli ölçüde arttırdı. Bununla birlikte, tek başına melatonin, bu kültür döneminden sonra endometrial epitel hücre çoğalmasını etkilememiştir.

Özet

            Endometriozisi olan kadınlar, pelvik ağrı ve infetilite (kısırlık) gibi en yaygın semptomlar için tedavi talep eder. Kapsamlı araştırmalara rağmen, kesin patofizyolojik mekanizması ve endometriozisin optimal yönetimi hala belirsizliğini korumaktadır. Endometriozis yönetimi ağrıyı gidermeyi, infertiliteyi iyileştirmeyi ve yaşam kalitesini artırmayı amaçlamalıdır.

            Endometriozis tedavisinde pineal bez tarafından üretilen bir hormon olan melatoninin faydası, hayvan deneylerinde gösterilmiştir.

            Yazarlar, melatoninin, endometriozis yönetiminde yardımcı olarak kullanılabileceğini öne sürdüler. ‘Melatonin tedavisi, test edilen tüm konsantrasyonlarda, östradiol kaynaklı endometrial epitel hücre çoğalmasını inhibe etti.’ diye de eklediler.

Kaynak Site: endonews.com
Çeviren: Dr. Ayşegül Mut

« First‹ Previous131415161718192021Next ›Last »
Page 17 of 38


EndoMart

Derneğimiz; hastaları, hasta yakınlarını, toplumu, hekimleri Endometriozis ve onun yol açtığı rahatsızlıklarla ilgili bilgilendirmek amacıyla kuruldu. Üreme çağındaki Her 10 kadından birisinin hastalığı olan Endometriozis’in etkilerinin daha az olduğu bir gelecek için çalışmalar yürütüyoruz.
Detaylı Bilgi

Endometriozis ve Adenomyozis Derneği

www.endometriosisschool.com
Youtube Instagram Facebook Twitter Linkedin

Kütüphane

Toplantı Sunumları
Videolar
Dergiler
Makaleler
Kılavuzlar
Kitaplar
Bülten Arşivi

Bilimsel Kaynaklar

www.endometriosis.org
www.endometriosisassn.org
www.endometriosis-uk.org
www.endofound.org
www.endocenter.org
www.endometriosisfoundation.org
www.apendoalliance.org

Adres

Osmanağa Mah. Osmancık Sok. Betül Han No:9 D:4 Kadıköy, İstanbul
Telefon: +90 532 515 69 99
Email: info@endometriozisdernegi.org

Copyright 2021 - Endometriozis ve Adenomyozis Derneği.